Ubıhça Üzerine Çalışmalar

Kuzey Kafkasya halkları hakkında 18. yüzyıl öncesi devirlere ait çok az şey bilinmektedir. 18. yüzyıla kadar sadece eski Yunan coğrafyacıları Strabo ve Procopius tarafından bahisleri geçmiştir.

Güldenstadt, Pallas ve Klaproth gibi gezginler yazılarında Ubıhlar’dan da bahsederler fakat kayda değer bir bilgi vermezler.

Ubıhça konusunda ilk çalışma Polonyalı soylu Kont Poctocki’nin ‘‘Mèmoire sur un nouveau pèriple de Pont-Euxin’’ adlı 1796 Viyana baskısı eserinde bulunur fakat yanlış bir anlamanın sonucu olarak Ubıhlar’ı İranlıların göç eden akrabaları olan Alanlar’ın bir kolu olarak tanıtır.

Son devirde Ubıhça konusunda en ilginç ve tutarlı bilgileri veren James Stanislaus Bell adında bir İngiliz’dir. Bell, Çerkesler arasında üç yıl kadar yasamış ve ‘‘ Çerkesya Gezi Notları, 1837-1839’’ adlı iki ciltlik bir eser yayınlamıştır. Bu eserde, Çerkeslerin Rus egemenligi altına girmeden evvelki yaşam tarzlarını belirten gözlemleri vardır. Kitabın sonunda, lisan konusunda da örnekler verir ve Abhaza dilindedir dediği 40 kelime vardır ki, bunlar gerçekte Ubıhça’dır. Bu dilin sadece birkaç köyde konuşulduğunu ve yakında tarihe karışacağını da söyler, ayrıca tüm Ubıh soylularının tamamen Çerkesce (Adigece) konuştuğunu da ilave eder. Bu birkaç kısa ve kesik bilginin dışında Ubıhlar ve Ubıhça konusunda hiçbir bilgimiz yoktur.

1840-1850’lerde Rus ordusu Çerkes topraklarına saldırılara başlar. Rus ordusunda görev yapan Piyort Aleksandroviç Von Uslar adında, Kafkas halklarını ve dillerini araştırmaya meraklı Alman asıllı bir Rus subayı vardır. Kısa bir süre sonra, askerlik görevinden ayrılarak kendini tamamen Kafkas halklarını ve dillerini araştırmaya adar ve yaşamının son 25 yılında (Ölümü, 1875) Kafkasya’ya yerleşerek, bu ülke ve insanları için çok yararlı ve kıymetli etnografik ve linguistik bilgiler içeren birkaç eser yazar.

Ubıhlar, Alanlar’ın koludur diyen Kont Poctocki, bu konuyla ilgilenen bütün bilgilerin ilgisini çeker. O zamanlarda konuşanı çok fazla kalmamış olan Ubıhça hakkında doğru bilgi edinmek neredeyse olanaksızdır. Uslar’ın 1861 yılında yazdığı Abhaz gramerinde, Ubıhlar konusunda da araştırmaları vardır. Bu çalışma ölümünden sonra 1887’de yayınlanmıştır. Anlatıldığına göre Gagra’da bir Ubıh soylusu ile tanışmış fakat sonuçta adamın konuştuğu dilin Ubıhça degil Abhazca olduğunu düş kırıklığı ile anlamıştır. Sonra Stavropol’da, Ubıhça bildigini iddia eden bir seyyar satıcı ile tanışır fakat bu da bir düş kırıklığıdır. Bu adam da kendine göre bir dil uydurmuş olup, bu dil, Gürcü, Mingrel, Abhaz, Adige ve Türkçe karışımı uydurma bir dildir.

Sonunda bir tesadüf Uslar’ın doğruyu bulmasına yardımcı olur. 1861’de Adigeceyi incelerken, 14 yaşındaki yeğenine atalık olan Süleyman Khacımuka adında bir Çerkes soylusunun evinde birkaç hafta kalır. Bu yeğen Ubıh olup, bu toplumun saygın ailelerinden Berzeg ailesine mensuptur. Bir hafta boyunca Uslar, bir Adige tercüman aracılığı ile bu zeki çocukla çalışır, birkaç kelime ve cümle kuruluşunu öğrenir. Bir sabah bakar ki çocuk yok, çocuğun, Ruslara karşı son direnişini yapacak birkaç yüz Ubıh’a katılmak için savaşa gittiğini öğrenir. Uslar, bu son savaşa katılmış olan Çerkesler’den duyduklarını yazmıştır; “Birisinin anlattığına göre bu çocuk o savaşta çok ağır yaralanmış, sağ omzuna bir tüfek kurşunu isabet etmiştir ve sağ kalması bir mucizedir.” Uslar’ın bu ismini dahi bilmediği Ubıh genci ile yapmış olduğu çalışmalar, 25 sahifelik bir gramer bilgisi ile 60 kelimelik bir sözlüktür. Bundan da anlaşılan, Ubıhça tamamen bir otokton Kafkas dilidir.

1913 yılında, St. Petersburg’daki Emperyal Rusya İlimler Akademisi, Alman Kafkasolog Adolf Dirr’i, muhacir Çerkeslerin dilini araştırması için Türkiye’ye gönderir, aynı zamanda Ubıh varlığının olup olmadığını da öğrenmesini ister. O yılın yazında Dirr, Sakarya ili Sapanca İlçesine baglı Kırkpınar köyünde küçük bir Ubıh grubu bulur. Orada bir ay kalır. Bu araştırmanın sonucu, 20 sayfalık bir gramer, 6 sayfa metin ve 800 kelimelik bir eser ortaya çıkar.

Dirr’e bu görev verildiği zaman, Çerkesler konusunda uzman olan Rus meslektaşı Lopatinsky ona bazı not defterlerini vermiştir. Bunlar içinde 1891’de üç hafta bu Kırkpınar köyünde kalmış olan Danimarkalı kâşif ve bilim adamı, Aage Meyer Benedictsen’in notları da bulunmaktır. Dirr, bu ön çalışmalardan faydalanır ve 1913-1914’ün kışında ‘‘Die Sprache der Ubycher’’ (Ubıh Dili) adlı kitabını yazar. 1914 yazında Rusça dergilerde yayınlanması için Lopatinskiy’e gönderir. Fakat 1914 Ağustosunda 1. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle Dirr’in yazmış olduğu el yazması müsvedde kaybolur. O günden beri diğer belgelere de bir daha rastlanmaz. Almanya’da Dirr’in yerini alan Prof. Gerhard Deeters’in söylediğine göre, Dirr 1930’da öldüğü zaman bıraktıgı çalışmalar arasında bunlar yoktur. Benedictsen’in not defteri de Kopenhagen Akademisi’nde bulunamamıştır. Dirr, hafızası yardımıyla kaybolan notlarını bir bir de olsa toparlar. Fakat Almanya’daki zorluklardan dolayı yayınlaması uzun zaman alır ve ancak 1926’da kendi yayını olan ‘‘Caucasica’’ aylık dergisinde bunlar yayınlayabilir.

Ubıh dili üzerine A. Dirr, Fransız Georges Dumézil, Macar J. Míszaros, Norveçli Hans Vogt ve Türkiye`den de Sumru Özsoy gibi akademisyenler çalışmalarda bulunmuşlardır.

İstanbul Üniversitesi’bir nde Dinsel Tarih dersleri veren Prof. Georges Dumézil, Hint-Avrupa Mitolojileri ve kıyaslamaları konusunda araştırma yaparken Dirr’in bu yazılarını bulur ve Türkiye’deki Kuzey Kafkasyalı azınlıklara ilgi göstermeye başlar. Dirr’in kitabını okuduktan sonra Kırkpınar köyüne bir ziyaret yapar. Orada hala Ubıhça konuşan iki kişi bulur. Fakat bu insanlar çok ihtiyar olduklarından konuşmakta zorluk çekiyorlardır. Daha sonra İstanbul’da Devlet Sular Dairesi’nde çalışan daha genç birini bulur ve onunla çalışmaya başlar. Bu bir yıllık çalışmalar sonucunda 1931’de 110 sayfalık ‘‘La Langue des Oubykhs’’ (Ubıhlar’ın Dili) adlı kitabını bitirir.

Macar asıllı bir başka dilbilimci Julius Von Mészáros, Ubıhlar’ın dili üzerine çalışmalar yapmaya başlar. Balıkesir’in Manyas bölgesinde halen Ubıhça konuşan iki köy bulur. 1930-1931 yılları arasında bu iki köyde çalışmalar yapar. Çalışmalarını 1936 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde ‘‘Die Päkhy-Sprache’’ (Pekhi Dili) adı altında yayınlar.

“Pekhi”, Ubıhlar’ın kendilerine verdiği isimdir. Eser fonetik yönden mükemmeldir denebilir fakat yazar Fin-Ugur dillerinde kullanılan anlam işaretlerini kullandığından okuyucular için bazı zorluklar yaratmıştır. Dumézil bu yayınları bir, iki yıl sonra görür fakat 2. Dünya Savaşı patlak verdiği için köylere Mészáros’dan 20 yıl sonra, 1954’te ulaşır. Dumézil bu köylerde gerek dilbilim yönünden gerekse folklor yönünden Kırkpınar köyündekinden daha kapsamlı bilgiler bulur.

Ubıhça gibi bir dilin bu kadar önemli olmasının nedenini şöyle açıklayabiliriz: Ubıhça yaşayan bir kök gibidir. Karadeniz kıyılarında binlerce yıl önce doğmuş, insanlık tarihinin en eski dillerinden biridir.

Bu dil sadece bugünkü Soçi bölgesinde konuşulurdu. Sessiz harfler açısından dünyanın en zengin dilidir. 2 sesliye karsılık 83 sessiz harf bulunur. Bu dilde aşağı yukarı 3000 civarında da sözcük vardır. Bu rakam yazılı belgesi bulunmayan bir dil için fazla sayılabilir.

Ubıhça üzerine önemli çalışmalara imza atan Prof. Dr. Dumézil, Ubıhça’nın tamamen yok olmasını engelleyerek gelecek kuşaklara sahip çıkabilecekleri kültürel bir miras bırakmıştır.

Osetler’le ilgili araştırma hazırlığında olan Dumezil, Güney Marmara’da Ubıhça konuşulduğunu öğrenince araştırmalarını bu yönde derinleştirmiş, Tevfik Esenç’e ulaşmış, birlikte çalışma teklifinde bulunmuş ve yaklasık 30 yıl süren Ubıhça’nın kayıt altına alma çalışması 1956’da başlamış ve ardında hiçbir iz bırakmadan yok olmakta olan bir dil, insanlığın evrensel kültürüne kazandırılmıştır. Tevfik Bey ile Prof. Dr. Dumézil, Ubıhça’nın alfabesinden dilbilgisine, sözlü kültürde varlığını sürdüren masallarından efsanelerine kadar toplanabilecek malzemenin neredeyse bütününe ulaşmışlardır.

Prof. Dr. Dumézil’in, Ubıhlar ve Ubıhça üzerine yazılmış eserleri zikredilecek olursa; “Ubıh Hikâyeleri ve Efsaneleri(1957)”, “Kafkas Dilleri ve Gelenegi Üzerine Anadolu Metinleri(1962)”, “Fransızca-Ubıhça Sözlük” vb. çalışmaları sayılabilir.

Ubıhça’nın birçok Çerkes ağzını doğurduğu için konuşanı azalarak sustuğu söylenilebilir. Bu açıdan bakıldığında Ubıhça, Latin diline benzetilebilir. Latin dili Romaİmparatorluğu’nun dili olarak parlak dönemini yaşadı, imparatorluk parçalandıkça İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, Portekizce, Romence, Romanisce gibi dilleri doğurarak tükenip öldü. Ubıhça’da Abhazca, Kaberdeyce, Besleneyce, Hatukueyce, Çemguiyce, Abadzekhce, Mahosça, Bjedugca, Şapsığca gibi dil ve lehçeleri doğurdu, konuşanları azaldıktan sonra da bir süre yaşadı, tıpkı bugünkü Romanisce gibi, konuşan insanların ölümüyle yeryüzünde bir daha konuşulmayacak şekilde sustu.

Dünya dillerinin yok olmasında özellikle askeri, siyasi ve ekonomik çıkarlar ön plana çıkmaktadır. Ne yazık ki, insan yok olan dillerin sadece birer dil olmadığını kavrayamamaktadır. Diller, her toplumun farklı bakış açılarını, dünyayla mücadelelerini ve en önemlisi kültürel değerlerini taşımaktadır. Dünyada var olan kültürel birikimin yok olması insanlığı olumlu noktalara değil aksine içinden çıkılamaz problemlere doğru sürüklemektedir.

Dillerin yok oluşu aynı zamanda hayata ve doğaya ait öğretilerin de yok oluşu demektir. Bu bağlamda yapılması gereken en önemli çalışmalardan birisi de yapısalcı bir dil politikasının geliştirilmesidir. Elbette insanların tüm dünya dillerine sahip çıkması son derece önemlidir. Dillerin yok oluşu bir anlamda ekosistemin ve doğanın tanıklığının yok oluşudur. Kültürlerin, tarihin yok oluşu anlamına gelmektedir.